Kendi hâlinde, işinde gücünde; kimseye karışmayan, kimseyi kırmayan, üzmeyen, sakin ve aynı zamanda vakarlı… Çocukluğunda ve gençliğinde birçok zorlukla karşılaşmış, bu zorluklar onu daha da olgunlaştırmış ve zamanla bu zorlukların üstesinden gelmişti.
Zengin bir ailede yetişmediğinden maddi durumu ileri seviyede değildi. Hayat şartları okumasına elverişli olmadığından eğitim durumu da ileri seviyede değildi, üniversite bitirmemişti, bir devlet dairesinde görev alamamıştı. Buna rağmen küçüklüğünden itibaren verdiği ekmek kavgası mücadelesinden başarıyla çıkmıştı. Sonuçta bir iş yeri vardı ve işleri günden güne azar azar da olsa artarak devam ediyordu.
Zaman ilerledi ve her genç gibi onun da evlilik zamanı gelmişti. Peki, ama kiminle evlenecekti? Akrabalardan, komşulardan, yakın çevreden biriyle mi? Belki aday veya adaylar vardı. Ancak o bunların yerine dava çevresinden evlenmesinin daha doğru olacağını düşünüyordu. Eş seçiminde her şeyden önce din gelirdi, ahlak gelirdi; güzellik, zenginlik ve soy sonra gelirdi. Kısmetliymiş ki, Allah (c.c.) gönlüne göre verdi; davasını diğer işlerine önceleyen bir kızı karşısına çıkardı.
İşte bu kız; isteyenleri olduğu hâlde, üzerinde ciddi bir aile baskısı olduğu hâlde, tüm sorumluluğu üzerine alarak ailesinin istemediği birine, aynı davayı paylaştığı birine “evet” dedi. Çünkü o da dinin ve ahlakın diğer özelliklerden önce geldiğini biliyordu. Almış olduğu sorumluluk ise başlı başına önemli bir sorumluluktu. Evlilik sonrası kocasıyla arasında çıkacak anlaşmazlıklarda tüm aile onu suçlayacaktı. Buna katlanabilir miydi acaba? Bu davaya gönül veren biriyle sorun yaşanmayacağını, çünkü Allah ve Resulü’nün hakem olduğu bir evde sorunların kolaylıkla çözüleceğini düşünerek bu evliliğe “evet” dedi.
Şartları zorlayarak, o günün şartlarında sade bir evlilik yapıldı. Evde sadece ikisi kalmıyordu; erkeğin ailesi de onlarla kalıyordu. Bunda dinî ve dünyevi bir sorun yoktu; zaten bu durum bilinerek “evet” denmişti.
Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Gerek kadın gerekse erkek birçok sıkıntıya göğüs gerdi. Zamanla işlerinin bereketlenmesi sonucu maddi refah seviyeleri iyiye doğru gitti ve eskisinden daha iyi bir hayat sürmeye başladılar. Ancak bu ailede yaşanan küçük sorunlar hiç bitmedi. Hatta çözülmesi gerekirken çözülmedi ve küçük sorunlar birikerek büyük sorunları oluşturdu. Hep öyle olmuyor mu? İncir çekirdeğini doldurmayan veya sorun olduğu zannedilen şeyler paylaşılmayınca, karşılıklı anlayış çerçevesinde çözülmüyor ve zamanla büyük sorunlar olmuyor muydu? Sorunların çözülmemesi sonrası ne sevgi kalır ne saygı ne de diğer değerler…
Evlilik öncesi ve evliliğin ilk dönemlerinde sevgi, saygı, güven ve fedakârlık gibi değerler vardı. Bu değerlerin ilerleyen süreçte azalmasını, kimi ailelerde bitmesini hatta kimi ailelerde her şeye cephe almaya, her şeyi yanlış anlamaya sebep olmasını anlamak çok zor olsa da ne yazık ki hayatın gerçekleri bunlar. Kişi sevdiğinin gözündeki merteği görmez, ama sevmediğinin gözündeki saman çöpünü dağ gibi görebilir.
Bu ailede de önceleri yapılan bir hata önemsenmezken, normal karşılanırken veya idare edilirken, sonraları iş öyle bir boyuta geldi ki artık daha küçük hatalar bile göze batmaya başladı. Hatta hata olmadığı hâlde hata olarak algılanan şeyler dahi büyütülmeye ve sorun edilmeye başlandı.
Bazen de taraflardan birinin sorun olarak gördüğü konuyu diğeri sorun olarak görmedi, basite aldı, umursamadı. Bu hareket diğerini diğerini oldukça üzdü, perişan etti, zamanla kabuğuna çekilen biri hâline getirdi, evliliği bir mutluluk yuvası olarak değil de hapishane olarak gördü. Oysaki ne kadar küçük olursa olsun, sorunlar basite alınmamalıydı; konuşmakla, karşılıklı anlayışla çözülmeliydi.
Bir ailede karı koca arasındaki sorunlar ve sonrasındaki olumsuz gelişmelerde suçlu kim? Kadın mı, erkek mi? Toplumsal araştırmalar sonucunda, hatanın genelde iki taraflı olduğu görülmüştür. Hatalar eşit de olabilir, biri diğerinden daha hatalı da olabilir, birinin başlatmasından dolayı diğeri de başlatmış olabilir. Her ne şekilde olursa olsun; üzerinde durulması gereken bu değil.
Önemli olan; parçalanmak üzere olan aileyi kurtarmaktır, birbirlerine olan sevgi, saygı, güven ve fedakârlık gibi değerleri yok olmaya başlayan kadın ve erkeğin kendi hatalarını görmelerini sağlayıp, hatalarından dönmelerini sağlamak ve benzer hataları yapmamalarına yardımcı olabilmektir.
İslami öğretilere göre, eşler arasında çıkan sorunların çözümü genelde sırasıyla şu üç aşamada olur:
Bu aile zor durumlar, sıkıntılı süreçler geçirmektedir. Kadın ve erkek öyle bir seviyeye gelmiş ki birbirini anlamak yerine birbirine tepki göstermekte; en ufak bir şeyde olumsuzluk aramaktadır. Bu durum sadece onlarla sınırlı kalmamakta, çocuklara da yansımaktadır. Böyle devam etmesi sonucunda, eğer sorunlarla boğuşan kadınsa, bu ailenin ciddi iki tehlikeden biriyle karşılaşması kaçınılmazdır:
Yaşanmış tecrübeler sonrası yapılan araştırmalar, her iki durumun da çok kötü olduğunu; birinin diğerinden daha iyi olmadığını göstermektedir. Bu durumun farkında olup da harekete geçmeyen erkek sorumludur; hem eşine karşı hem çocuklarına karşı hem topluma karşı hem de Allah’a karşı. Zaman geçirmeden, ilk fırsatta eşiyle konuşmalıdır; ona yumuşak davranarak, onu kırmadan ve incitmeden… En ufak bir sorun dahi çözülmeden bırakılmamalıdır. Aksi takdirde boş durmayacak olan şeytan ve nefis, küçük şeyleri tarafların gözünde büyütecektir.
Büyük şeytan için, görevini en iyi yapan şeytan kimdir? Kişiye içki içiren midir, kişiyi zina yaptıran mıdır, kişiye hırsızlık yaptıran mıdır, kişiye adam öldürten midir? Kesinlikle hayır. Görevini en iyi yapan, “karı koca arasını açan ve aileyi yıkan” şeytandır.
Bir erkek için önemli olan bir durum bir kadın için önemli olmayabilir. Bir kadın için önemli olan bir durum da bir erkek için önemli olmayabilir. Bu nedenle tarafların birbirine anlayış göstermeleri, kendilerini tek doğru olarak görmemeleri gerekir.
Sorunlara örnekler ve bunların çözümleri “İkinci Bölüm”de…