Fethin Sembolü Ayasofya
10 Temmuz 2020Netanyahu Karşıtı Gösteriler Artıyor
18 Temmuz 2020Dini Savunmak İçin Yalan Menkıbeler Anlatmak
Yalanı tartışıyorduk. Menkıbe olarak yalan söylenebilir mi?
Menkıbe (çoğulu: menakıb), “örnek alınmaya değer haslet” demek. Kelimenin aslında “delip geçme, yol gösterme, etki etme” gibi anlamları vardır. Sanki birinin güzel huyları insanın kalbine işlediği, ona örnek olduğu, yol gösterdiği için onlara menkıbe/menakıb denmiştir. Anlamada ve etkilenip ders almada menkıbeler çok etkili olduğundan menkıbe önemli bir eğitim aracıdır. Çünkü “Hâl dili kal dilinden etkilidir.” derler. “Lisanu’l-hâl entaku min lisani’l-ma kal”. Yine bunun için “Temsil, tebliğden öncedir.” derler.
Bu sebeple Allah bize Kur’an-ı Kerim’de peygamberlerin ve önceki müminlerin hayatlarını kıssa ederken aslında onların menkıbelerini anlatmış olur. Ne var ki, din dilinde bunlara menkıbe denmemiştir. Allah da mesela Hz. İbrahim’in özelliklerini bize anlatırken ‘Onda sizin için usve-i hasene/uyulası güzel örnek vardır.’ buyurur. Demek ki menkıbe peygamberlerde olunca ona usve-i hasene denir. Bu tabir Kur’an-ı Kerim’de bir de Resulullah için kullanılır.
Sahabe-i kiram efendilerimize gelince, onların menkıbelerinden söz edilir. Hadis kitaplarının ‘menakıb’ bölümleri vardır ve bu bölümlerde sahabenin üstün örneklikleri anlatılır. Onlardan sonra ulemanın, evliyanın ve ahlakı güzel insanların da menkıbeleri örnek oluşturma bakımından önemlidir ve kitaplarda bolca vardır.
Mitolojilerin ve destanların eğitimdeki meşruiyetini tartışacaktık; onun için menkıbeleri öne aldık ve eğitimde, davette, tebliğde, hatta anlamada çok önemli olduklarını söyledik. Ancak menkıbede de bir tehlike vardır; insanoğlu değer verdiklerini yüceltmede sınır tanımayan bir özelliğe sahiptir. Çünkü duyuların ötesi duygulardır ve duygulara dinle ve akılla sınır çizilmediği takdirde insan muhayyilesi kutsamaya ve ilahlaştırmaya meyyaldir. Kutsal ile kutsinin farklı şeyler olduğunu da daha önce yazmıştık. Kısaca kutsallaştırma ilahlaştırmadır. Takdis etme yani kutsi bilme ise temiz ve mübarek bilmedir.
Menkıbelerin önemine rağmen kutsamaya kapı aralayan bir yönleri de bulunduğu için Resulullah Efendimiz (s.a.s.) kendini söz konusu ederek bu kapıyı kapamak istemiştir. ‘Hristiyanların İsa için yaptıkları gibi siz de beni övmede aşırı gitmeyin. Ben Allah’ın kuluyum. Siz de bana sadece Allah’ın kulu ve resulü deyin.’ buyurmuştur. Yani bende ne varsa onu söyleyin. Buna rağmen vefat eder etmez duyguların ağır basmasıyla onun ölmüş olamayacağını söyleyen sahabiler olmuştur. Ömer (r.a.) gibiler de bu düşünceyi anında tashih etmişlerdir. Dinin zahir, yani objektif yönü şeriattır. Esas olan da budur. Batın yani duygu yönü ancak zahirinin çerçevesinden çıkmadıkça doğru olabilir. Çıkarsa batıniliğe ve kutsamaya kayar. Bunun için İmam Rabbani gibi bir sufi bile zahire uymayan batına asla itibar edilmeyeceğini söyler. Ama insanlar sevdiklerini ve büyük gördüklerini en büyük görmek istedikleri için onun hasletlerini hayallerinde büyütürler ve onu Resulullah’ın bile, (haşa) üzerine çıkarabilirler. İşte örneklik yönü önemli olan menkıbenin tehlikesi burada başlar.
Belki de çok eleştiri aldığı için sevenlerince hakkında ilk abartılı menkıbe uydurulan kişinin Ebu Hanife olduğunu söyleyebiliriz. Onunla ilgili olarak anlatılan ‘elma hikâyesi’, ‘kırk yıl yatsının abdestiyle sabahı kılma’ söylentisi, ‘son iki senem olmasaydı’ sözü böyle uydurulan menkıbelerdendir. Menkıbe büyük insanların yaşadıkları ahlaki güzellikler olmaktan çıkıp kutsamaya dönüşürse şirke kayması işten bile değildir. Ne yazık ki, özellikle batıni sufiyye buna çokça ihtiyaç duyar. Çünkü üstatlarının büyüklüğünü bir şekilde kabullenip kabul ettirmeleri gerekir ki, insanları onun etrafında tutabilsinler.
Yıllarca bizim bazı televizyonlarımızda hep böyle asılsız menkıbeler Müslümanlara film olarak izletildi ve hâlen de devam ediyor. Hakkın, hakikatin, sıdkın, sadakatin ta kendisi olan İslam’ın böyle şeylere ihtiyacı olabilir mi? Bunlar dinin önce yanlış anlaşılmasına, sonra yanlış tanıtılıp başkalarının ondan uzaklaştırılmasına sebep olmaz mı? Bunu yapmanın hainlikten ya da cehaletten başka sebebi olabilir mi? Oysa bu dinin temel özelliği fıtrat ve hayat dini olmasıdır. Müşrikler işte böyle duygularla Resulullah için, ‘Bu nasıl peygamberdi? Bizim gibi yollarda yürüyor, yiyor içiyor.’ demişlerdi.
Kısaca yalanın her türlüsünü yasaklayan bir dinin, kendisinin savunulması için yalana müsaade edeceği düşünülemez. Bu çok daha kötü bir yalandır. Belki de bu sebeple Resulullah Efendimiz (s.a.s.) ‘Kim bile bile benim adıma yalan söylerse cehennemdeki yerine hazır olsun.’ buyurmuştur.
Faruk Beşer, Yeni Şafak