Baba ile Evlat
18 Kasım 2020Patron Çocuklar
22 Kasım 2020Çağımızın Sorunu: Yalnızlaşan İnsan
Çok çabuk insan tüketiyor bu çağın insanı! “Kendinizi kötü hissettiren insanlardan uzak durun, çevrenizde insan detoksu yapın; negatif, eleştiren, yargılayan, sorgulayan, kişilerden uzaklaşın; yalnız olun ama kimseye ihtiyacınız olmasın.” diye bir anlayış pompalanıyor çünkü…
“Kırk yıllık dostluk” diye bir şey kırk yıl öncesinde kaldı. İnsanı bireyselliğe iten öğretilerin popülerlik kazanması en çok da sosyal ilişkilere zarar verdi. Günübirlik arkadaşlıklarla, suni ilişkilerle geçinen, dostluk kuramayan günümüz insanı yalnızlık çaresine yapay alanlar üretti. Birbirini önemsemeyen, ilişkileri önemsizleştiren insan, başkalarını tüketirken kendi tükenmişliğinin boşluğunda kaldı.
Bireyselliğin aşırı yüceltilmesi, toplumsal bağları birey uğruna feda etti. “En değerli sensin, en kutsal senin varlığın, hayatınızı küçülttükçe iç huzurunuz artar, kimse için değil sadece kendiniz için bir şeyler yapın, yalnız kalmaktan korkmayın, sizi aşağı çeken tüm insanları eleyin.” gibi bilinçaltı mesajlar; empati yoksunu, kendi varlığından başkasına tahammül göstermeyen bireyler oluşturarak kolektif bilince en ağır darbeyi vurdu.
“Önce sen” felsefesi altındaki bencillik “Her şeyin başı ve her sebebin özü sensin, hayat sizin, yönüne siz karar verin.” gibi popülist yaklaşımlar insanın duygusal ihtiyaçlarının ancak sosyal çevreyle desteklenebileceği gerçeğini unutturdu. “Herkes kendi ayakları üzerinde durmalıdır.” derken ayakları üzerinde bocalayan en hafif esintide sallanan insan, kaçınılmaz olarak korkunç bir yalnızlaşma ve insana yabancılaşmayla haz odaklı arayışlar içinde “kişisel gelişim” yalanlarıyla avutuldu.
İnsan detoksu yapalım derken insanlarla olan ilişkileri kendi istediğimiz gibi yönlendirmeye çalışarak bencilleşiyor, kötücül bir hâl alıyoruz. “Benim istediğim gibi değilse hayatımda olmamalı” anlayışı, farklı görüşlere; farklı kişilik yapısı ve mizaçtaki insanlara da hoşgörüyü baltaladı. Yalnızlaştıkça daha kolay insan harcayan, karşısında en küçük kusurda art niyet arayan, kendisinden yardım isteyen insanlara parazit gibi yaklaşan, herkesten kötülük bekleyen duygusuz zavallı bireyler hâline geldik. Medyanın bunu bilinçli desteklemesi, hangi alana girersek girelim bizi kötü hissettiren olayları gündemde tutması nedeniyle karşılaştığımız her insana kötü gözle bakar olduk. Bu da bizi toplumsal ilişkilerde paranoyak yaptı. Kötülüklerden beslendikçe ruhsal yönden de kötüleştik. Sosyal ilişkiler zayıfladıkça birlikte iyi olabileceğimizi unutup “herkes ne hâli varsa görsün” umursamazlığı ön plana çıktı.
Bireysel esenlik hâli için birey olmak yetmiyor. Ön yargılardan kurtularak diğerleriyle insani özde buluşmak gerekiyor. İnsan, insanın ruhunu besler. Pozitif psikolojiyi de yanlış anlıyoruz bu konuda; “kendimizi iyi hissetmek için her yol mubahtır” hedonizmine kurban ediyoruz gerçek iyi hâl oluşu. Haz odaklı mutluluk için tüm olumsuz duygu ve kişilerden uzaklaşmayı öğretiyor bize popüler kültür. Oysa her uzaklaşma ayrı biz hüzne gebe bırakıyor sonrasında bizleri…
Günümüz dünyası mekanik bir hayat pompalasa da sürekli; insan duygu/saldır ve duygu dünyasında yaşar her şeyi… İnsan insana muhtaçtır, insan insana dayanmalı ve insan insana katlanmayı da bilmeli, anlamayı da… Her durumda anlamak zordur ve yorucudur belki; ama gereklidir de… Ancak birbirimizi desteklediğimizde, hoşgörü pergelimizi açtıkça, kabul sınırlarımızı genişlettikçe ruhumuzun huzuru artar. Her durumda kolaya kaçtıkça, her olumsuzlukta vazgeçtikçe daha çok mutsuz oluyoruz.
Başkalarını tüketirken farkında olmadan kendimizi de tüketiyoruz. Bize iyi gelmiyor diye ayıkladığımız her kişi, belki de bizim yardımımıza desteğimize ihtiyacı var; ama kibrimiz boyumuzdan büyük. Bizi her zora sokan insanla araya çizgi çizmek ruh hâlimizi pozitif yapmıyor. Kimi kusurları görmezden gelmeyi, “taviz” olarak değil “tevazu” olarak göstermeliyiz. Aynı görüşte olduğumuz, aynı duyguları paylaştığımız insanlar iyi dostlarınız olabilir; ancak farklı görüşte, farklı bakabilen insanlar bize daha fazla katkı sağlayacaktır.
Tüketim toplumu olduk; evet, en çok da insan tükettiğimiz için mutlu olamıyoruz. Mücadele etmiyor kolayı seçiyoruz. En kolayı, rahatsızlık duyduğumuz anda uzaklaşmak, vazgeçmek; zor olan ise bakmak görmek ve anlamaya çalışmaktır. Biz bu yolu göze alamıyoruz.
Anlatmaya çalıştığım, herkesi mutlu etmeye çalışmak değil, herkesi anlamaya çalışarak, insani bağ kurmak; alçakgönüllülük ile iyi niyetli diyalogları geliştirerek ilişkileri güçlendirmektir. “O insanın bana hayrı yok.” demek yerine, ilişkileri güzelleştirme üzerine daha çok düşünmek gerekiyor. Birbirimizi desteklediğimiz ve yaşatabildiğimiz kadar varız. Yalnızlık güçlülük değildir; aksine bir alarm durumudur. Hiperbireycilik durumundan kurtulup tutum ve tavrımızı iyi niyet üzerine odaklamalıyız. Evet, kötü insanlar, kötülükten beslenen insanlar vardır; hatta çoktur. İnsan ilişkilerinde yaralanabiliriz, incinebiliriz; ama affedici olmak, anlamaya çalışmak yok saymaktan daha kıymetlidir. Daha fazla empati, daha fazla hoşgörü, daha fazla şefkat; onu farklılığa, varoluş şekliyle bağışlayarak daha fazla kabul, daha fazla iyi niyet iyi gelecektir hepimize.
Son olarak, insan ne biriktirilecek ne sahip olunacak ne de detoks edilmesi gereken bir varlıktır. Çevremizdeki her şey ve herkes önemlidir ve önceliklidir. Kaldı ki sosyal çevremizi tamamen biz seçerek oluşturamıyoruz; ailemizi, yakın çevremizi, iş arkadaşlarımızı, komşularımızı… Zorunlu bir sosyal ortamın içinde bulunuyoruz kendimizi. Bu noktada insan detoksundan önce insan ilişkilerini iyileştirmek önceliğimiz olmalıdır. En faydasız gördüğümüz insanda bile (görmesini bilene) kendimiz için alınacak bir öğüt, bir tecrübe vardır. Aslolan bağları her durumda korumak ve sağlamlaştırmaktır.