Sri Lanka’da Terör Saldırısı
22 Nisan 2019Anne Babaların Çocuk Kavramını Anlamakta Zorlandıklarını Fark Ediyoruz
24 Nisan 2019Batı’nın Sosyolojik Silahı: Toplumsal Cinsiyet Çeşitliliği
Avrupa Birliği’nin zihinsel ortaklık için Türkiye’ye dayattığı Toplumsal Cinsiyet Eşitliği (TCE) politikası yalnızca, kadına uygulanan şiddetin önlenerek kadın ve erkeklerin eşit haklı bireyler haline getirilmesinden ibaret değildir. Proje; cinsel yönelim, farklı aile modelleri, farklı partnerler ve şiddet gibi kavramlarla toplumları dönüştürmeyi hedefler.
Toplumsal cinsiyet fikri, ilahi yahut toplumsal tüm ölçütleri reddederek insanın sınırsız heva ve hevesinin belirlediği normlarla bireyi kutsar. Sonsuz özgürlük, sonsuz bencillik, sonsuz haz ve kısıtlı sorumluluk vadederek toplumu çözer. Bu proje, kültür ve nesil aktarımında üretici birim olarak gördüğü geleneksel aileyi değiştirmeyi hedeflemektedir. Bu anlayışa göre çocuk sahibi olmak, düşkün aile bireylerinin bakımını üstlenmek, aile için fedakârlık yapmak gibi sorumluluklar kendini gerçekleştirmek önünde bir engeldir ve bu uğraşların ekonomik karşılığı yoktur.
Toplumsal cinsiyet teorisyenlerinin iddiasına göre, kadın veya erkek olarak doğmuş olmak bireylere farklı roller ve görevler yüklemez. Biyolojik cinsiyete bağlı olarak yapılan ayrımların sonucunda kadınların tüm iktidar alanlarının dışına itilişi ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği’dir. Cinsiyete bağlı olarak yapılan ayrımların sorumlusu en başta tek tanrılı dinlerdir. Sonra da toplum, kültür, gelenek ve töre gelir.
Cinsiyet rollerinin toplum tarafından belirlendiğine dikkat çeken teorisyenler, daha doğumdan itibaren kız ve erkek çocuklarına farklı kıyafetlerin ve oyuncakların alınması, farklı odaların düzenlenmesi, onlara farklı dil ve hitabın (farklı sevgi ve övgü biçimlerinin) kullanılması, farklı renklerde kimliklerin verilmesi, kimliklerde yalnızca iki cinsiyetin kabul edilmesi gibi hususları ayrımcılık olarak kabul ederler. Buna göre bireylerin cinsiyetlerini belirleyen, doğuştan sahip oldukları biyolojileri değil kendilerinin seçimi olmalıdır. Dişi olarak doğup erkek olmayı seçmek de, erkek olarak doğup dişi olmayı seçmek de, her iki cinsin cinsel hüviyetini birden seçmek de üçüncü cinsiyet seçimi olarak mümkün olmalıdır.
Feminist kuramlardan güç alan bu proje, “Toplumsal normlar, bireylerin seçim yapma yaşına geldiklerinde yapacakları tercihe müdahale etmektedir.” diyerek bu şiddeti(!) durdurmak için cinsiyetsiz bir toplum modeli dayatmaktadır.
“Kız ve erkek çocuklarına ayrı isim verilmesinden tuvaletler dâhil mekânların cinsiyete göre ayrılmasına kadar biyolojik cinsiyete göre yapılan tüm farklı uygulamalar kaldırılmalıdır. Aile içinde cinsiyeti çağrıştıran anne, baba, karı, koca kavramları yerine ebeveyn 1, ebeveyn 2 kavramları, eş yerine arkadaş tabiri kullanılmalıdır. Farklı aile modelleri, farklı partnerler, nikâhsız beraberlikler [eşcinsel evlilikler, pedofili (çocuk istismarı), zoofili (hayvan istismarı), ensest, grup, nekrofili] serbest olmalıdır.” diyerek sınırsızlık bekleyen toplumsal cinsiyetçiler, yasal güvence istemektedirler. Batı ülkelerinde kabul gören taleplerini küreselleştirmek için dayanışmaktadırlar.
Konunun hukuki süreci Türkiye’de yenilerde karşılık bulsa da Batı’da çok yeni değildir. İlahi dinlerin haram kıldığı ve devletlerin yasalarla engellediği bu aykırılığın Batı yasalarında suç olmaktan çıkarılması, 1950’lerde atılan adımlarla başlamaktadır. ‘Kadın erkek emeği eşitliği’ akımı, bu fikri olgunlaştıran adımlardan biridir ki, ABD’li Alfred Kinsey’in kurduğu Cinsellik Araştırmaları Enstitüsünce (1948-1955 arasında Rockfeller Vakfı’na bağlı) üzerinde çalışılmıştır. Konu ABD basını ve ABD Barolar Birliği tarafından da destek görmüştür.
Feministlerin baskısıyla BM’ce kabul gören ve 1979 yılında imzalanan CEDAW (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi) sözleşmesini Türkiye 1986’da imzalamıştır. Bu sözleşmeyi imzalayan devlet bireylerine hukuki başvuru hakkı veren anlaşmayı ise 30 Temmuz 2002 tarihinde imzalamıştır.
Cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyeti kabul eden İstanbul Sözleşmesi (2011) Türkiye’de LGBT ilişkilerini teminat altına almış, karı-koca tanımlarının yanına partnerler ifadesini eklemiştir. Taksim’deki yürüyüşler bu güvenceyle (Avrupalı partnerler eşliğinde) yapılmaktadır.
TCE sözleşmelerine göre kız ve erkek çocuklarına biyolojik cinsiyetlerini hatırlatan yüksek sesli uyaranlar, hitaplar (kızım, oğlum vs.) ‘çocuğa şiddet’ kapsamına girebilecektir. Sözleşmeyi imzalayan devletler yasal yaptırımlar uygulamakla görevlidirler.
Bugün, Kadın ve Aile Bakanlığı ve MEB başta olmak üzere bazı bakanlıklar, YÖK gibi kuruluşlar, bazı bankaların kültür yayınları, bazı STK’lar, kadın, aile ve çocuk mevhumuna dair uygulama ve yayınlarını söz konusu sözleşmelere göre düzenlemeye başlamışlardır. Ayrıca TCE, üniversitelerde, kurum ve kuruluşlarda, yayın organlarında tartışma, araştırma, deneme, pilot çalışma konusu olmayı sürdürmektedir. MEB ile İstanbul Üniversitesi ortak olarak TCE eğitim semineri düzenlemiştir. MEB, bir proje kapsamında, 2014-2016 yıllarında İstanbul’daki bazı pilot okullarda kız ve erkek çocuklarını projede kullandığını; ancak uygulamayı bitirdiğini (sivil toplum örgütlerinin baskısı üzerine) ilan etmiştir. MEB’e bağlı birimlerin internet sayfalarında TCE eğitim haberleri hâlâ gözükmeye devam etmektedir.
Uluslararası Af Örgütü’nün hazırlayıp yerli taşeronlar eliyle dünyaya dağıttığı ‘Erkek, Kadın, Erkek Çocuğu, Kız Çocuğu Hakları’ kitapçıklarındaki fahşa görmezden gelinemez. Ayrıca Avrupa Birliği, bazı belediyeler ve kuruluşlar ‘dezavantajlı grupların desteklenmesi’ başlığı altında proje fonları tahsisiyle LGBT’li bireyleri avantajlandırmaya çalışmaktadırlar. Bazı belediyeler Toplumsal Eşitlik Merkezi açarak eşcinsellik tezlerine çanak tutmakta, bazı partiler AB kriterlerine sığınarak üçüncü cinsiyetle barışıp dayanıştığını duyurmaktadır. Sinema, televizyon, edebî eser, sağlıklı, huzurlu yaşam rehberleri pek çok yerde toplum, planlı bir propagandaya maruz bırakılmakta, bireysel yönelimler(!) toplumsal yönlendirmeye dönüştürülmektedir.
Bir Sağlık Panelinde TCE
2000’li yılların başlarında Türkiye toplumunun kabulleri arasında olmayan bir gündem Türkiye toplumunun bilinçaltına pek çok kanaldan (özel, tüzel, resmî) enjekte edilmektedir. İstanbul Tabipler Odası’nın sağlıklı cinsel hayat paneli duyurularında kullanmış olduğu simgeler bunun bir örneğidir. ‘El ele iki erkek’, ‘el ele bir erkek bir kadın’, ‘el ele iki kadın’ ve rengarenk balonlar resmedilerek ‘Cinselliğin Farklı Yüzleri’ başlığı ile panel duyurusu yapılmaktadır. Tabipler Odası bu panelleri seri halde düzenlemekte olup altıncısını Nisan ayının son haftasında planlamıştır.
Açıkça görülmektedir ki cinsel aykırılığın tedavi imkânları üzerine çalışması beklenen Tabipler Odası da vakıaya itiraz etmeden bilerek ve isteyerek cinsiyet çeşitliliğini normalleştirmeye ve yaygınlaştırmaya çalışmaktadır.
Küresel kapitalist sistemin işlemesi, dünya nüfusunun 500 milyona indirilmesi, saf/üstün ırk teorileri, gen bankaları, istenmeyen özelliklerin kökünün kurutulması, tek devlet, tek yönetim, tek hukuk, tek para ve tek banka gibi ekini ve nesli fesada uğratacak küresel projelerin içinde çocuksuz aileyi ve ailesiz toplumu özendiren TCE projesinin hangi boşluğu dolduracağını ilerleyen yıllar net olarak gözler önüne serecektir.
Her işi hikmet üzere olan Rabbimiz, bütün canlıları dişi-erkek çiftleriyle dengelemiş, irade sahibi kıldığı insanlara da aile kurumunda huzur ve sükûn bulmalarını tavsiye etmiştir. Bundan ötesini arayanların Rabbimizin sınırlarını çiğnedikleri aşikâr olup ıslah ve tedaviye ihtiyaçları vardır.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesi din, toplum, aile, kültür, gelenek, fıtrat gibi kavram ve kurumlara savaş açan bir ifsat hareketidir. Asla sadece kadın ile erkek arasındaki ayrımcılık, şiddet ve adaletsizliğin giderilmesini hedeflememektedir. Kadın erkek eşitliği öne çıkarılarak içgüdülerin saptırılmasına geçiş verilmekte, LGBT felsefesi uluslararası kuruluşlarca desteklenerek dört koldan piyasaya sürülmekte, siyaseti, sanatı, ekonomiyi Lut kavmi azgınlığıyla kuşatmaya çalışmaktadır.
Çocukların nasıl yetiştirileceğine dair topluma ve yasalara alternatif parametreler dayatanlar ilahlığa soyunmaktadırlar; ancak toplumumuz, olan biteni pasif şekilde seyretmektedir. Bütün zaaflarımıza rağmen en sağlam yapılarımızdan birisi ailelerimizdir. Elbette ki takva elbisesini kuşanarak Allah’ın razı olacağı, kulların huzur bulacağı, sağlıklı bir toplumu inşa etmek, Allah’ın ölçüleriyle hatalarımızı ıslah etmek ertelenemez bir sorumluluktur. Bunun yolu Kur’an’a sımsıkı sarılmaktan geçmektedir.
Yaşadığımız ülkede ahlaki temellerimizi yozlaştıracak her türlü girişime mani olmak için teyakkuzda olmalı, inisiyatif almalı, kavramların hangi niyet ve maksatlara hizmet etmekte olduğunu anlayarak ve anlatarak diri bir Kur’an neslini inşa için hemen şimdi dayanışmalıyız.
Günay Bulut